Dilek Özçelik adını, ilk olarak TV ekranlarına yansıyan gözyaşları ile tanıdık. Ertesi günün yazılı medya organları da kenarından köşesinden, kendi yandaşlık ölçülerine dikkat ederek bizlere haber olmak üzere yansıttılar.
Dilek Özçelik, Trakya Üniversitesi bünyesinde İngilizce öğretmenliği okuyan bir genç kadın. Maalesef lenf kanseri (lenfoma) tanısı ile tedavi altında olması gerekiyor. Anlaşıldığı kadarı ile tedavisi için elzem olan bir kimyasal tedavi ilacına ulaşamıyor. Dekarbazin adlı bu ilaç sayesinde tedavisi zamanında yapılabilirse, lenfoma denen lenf kanserlerinin mutlaka yakın şekilde kontrol altına alınması olanağı bulunuyor.
Umarsız kalan Dilek, o gün Edirne’de bulunan bir kabine üyesine derdini anlatmak ve bulunamayan ilaca ulaşabilmesi için yetkililerin dikkatini çekmek istiyor. Bir şekilde kentte incelemeler yapan Bakan Bey’e yanaşıyor ve sıkıntısını anlatmaya çabalıyor.
Dilek Özçelik, büyük olasılıkla heyecana kapılarak kişisel sıkıntısını anlatırken, konuyu yeterince açıklıkla izah edemiyor ve sorununun kişisel değil, kurumsal bir yanlışlıktan oluştuğunu doğru izah edebilmek için yeterli zamanı da sanırım bulamıyor.
Kentte bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar ise, hem Dilek’in eksik anlatımından ve hem de kafası kentin kendi bakanlığına bağlı sorunlarından bulanık olduğundan, çok kısa süreli izahatı yanlış değerlendiriyor. Dilek’in ilaç bulamıyorum açıklamasını, sanırım ilaç alamıyorum diye anlamış olacak ki, kendince katkı yapmak üzere cüzdanına davranıyor (sanırım cömertçe de!).
Cuma namazı sona erene kadar bekleyen Dilek Özçelik, Sayın Bakan’ın cebine iliştirdiği parayı iade etmek üzere harekete geçiyor ve gözyaşlarını kontrol edememecesine Erdoğan Bayraktar Bey’e parayı iade ediyor.
Bu olay, medya elemanlarının kendi görüş açılarına göre bizlere değişik sürümlerle yansıtıldı ve okurlar olarak bilgilendik.
Olgunun anlamını bilemeyenler, kanımca konuyu abartılı ve hatta Bakan Bey’i suçlar boyuta taşıdılar. Aslında Sayın Erdoğan Bayraktar’ın bu güncel olayı bilmemesi olasılığını da bir kenara koyarak, sorunun vatandaşlardan helâllik istemiş olan eski Sağlık Bakanı tarafından yaratılmış olduğunu anımsamamız gerekiyor. Bazı ilaçlara ihtiyaç sahiplerinin ulaşamaması konusu kabine toplantılarına yansımamış ise, Sayın Erdoğan Bayraktar’ın konu hakkında yeteri bilgisi olamayabileceğini de teslim etmemiz gerekir. Sayın Bakan, günün telaşı içerisinde en azından konuyu yanlış anlamıştır diyebiliriz.
Bu konu sadece Dilek Özçelik’in sorunu değildir!
Bu sorunu bendeniz de yaşamış bulunuyorum. Sevimsiz bir hastalık nedeni ile iki yıldır birkaç operasyon geçiren kardeşim için, gerekli anti-kanserojen ilaçlarını bizler de bulamamıştık.
Birkaç ilimizde yaptığımız araştırmalar sonrası ilacı bulamamış ve sonunda da İstanbul’da Türk Eczacılar Birliği tarafından kurulmuş olan özel bir kurum aracılığı ile temin edebilmiştik. Halen de bu kurumun himmeti ve hizmeti sayesinde ilaca ulaşabiliyoruz.
Sorun, adına Sağlıkta Dönüşüm Programı denen sağlık hizmetlerinin alt üst edilmesi sonrası ortaya çıkmıştır. Dönemin Sağlık Bakanı, ilaç fiyatlarını ucuzlatmak amacı ile SGK ile ilaç firmaları arasında bir anlaşmayı gerçekleştirmiştir. İlaç fiyatlarını avro (euro) temeli ile sabitlemişler ve SGK için de % 15 ile 40 arası indirimler yaptırmışlardır.
Bu anlaşmayı imzalayan yetkililerin son toplantı tarihleri olan 2009 yılın avro paritesi ‘1.90’ TL düzeyinde olup, hemen her yıl yenilenmesi ve yeni avro kuru dikkate alınarak düzenlemeler yapılması gerekmekte idi. O günden bu güne kadar bu toplantılar yapılamamıştır, zira kurulun toplanabilmesi için gereken beş kişi ilgili kamu kurumlarınca bir araya getirilmemiştir. İlaç firmalarının davetlerine karşın gerek bakanlık yetkilileri ve gerekse SGK sorumluları bu toplantıya katılmayarak yeni fiyat ayarlamasını devamlı ertelemişler ve engellemişlerdir.
Fiyatlar olması gereken yeni avro değerine ulaşamayınca, bazı firmalar ilaçlarını ülkemize getirmekten imtina etmişler ve piyasa da gerek Dilek’in ve gerekse kardeşimin durumunda olanları sıkıntıya sokmuşlardır. Türk Eczacılar Birliği, sorumluluk alarak normal koşullar da bulunmayan bu ilaçları bizzat ithal ederek kanser hastalarına ulaştırmak görevine soyunmuştur. Kurumun İstanbul’da açtığı o küçük mekân, işte şimdi tüm hastalara umar olmaya çabalamaktadır. Tabii yeterli de olamadığını biliyoruz.
Bazı piyasa kurtları ise bulunamayan bu ilaçları komşu ülkelerden bir şekilde getirterek, adına hastalardan bir tanesinin taktığı adla, yani torbacılar aracılığı ile ve doğal olarak oldukça pahalı şekilde piyasaya sürmektedirler.
Gerek Sağlık Bakanlığı ve gerekse SGK ise, bu gerçeği bilmesine karşın konuyu çözümlemek için adım atmamıştır. Çünkü SGK’nun ilaç ödemelerine ilişkin kara deliği büyümüş ve hazine bile yakınmaya başlamıştır. Ülkemizin anayasal vurgularından olan ‘Sosyal Devlet’ kavramı ise kimin umurundadır ki. Yaşasın, kapitalist düzen ve serbest piyasa ekonomisi!
Dilek Özçelik, kendi sorununu çözümlemek için yaptığı ve medyaya yansıyan eylemi ile konuyu gündeme taşımak başarısını göstermiştir. Bu vesile ile kendisine sağlık dileklerimi iletmek istiyorum. Konu, kanımca pek hak etmediği üzere Sayın Bakan Erdoğan Bayraktar Bey’e eksi puan olarak yazılmış ise de, umarım hükümetimiz için de ders olur ve düzeltmek için harekete geçerler. Tabii konuya süreç gündeminden vakit ayırabilirlerse!..
Kıssadan hisse: “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı bile keser!” (Karl Marx).
Not: Bu yazımız, Sayın Prof. Dr. Recep Akdağ Bey’e henüz helâllik vermemiş olanları asla bağlamaz. Bizim ki sadece ifade özgürlüğümüzü gerçekler adına yansıtmak eylemidir. Bizim kişisel düşüncemiz bugüne kadar yazdıklarımıza yansımıştır yeteri kadarı ile! (E.A.).
Erdal Akalın (17. 04. 2013 / Mersin İmece)