Av. İzzet Uludağ

     Osmanlı da dâhil, bütün Türk devletleri ve imparatorluk geçmişinden ve birikiminden geliyoruz. Birini diğerinden koparmak, zinciri bozmak, geçmişi ve birikimi toptan reddetmek anlamına gelir.                                                                                       
     Bugünkü Türk Milli Devleti, Türkiye, bütün bu birikimlerin üstünde kurulmuştur ve hepsinin devamıdır. 
     Türk Milleti, Türk milletinin geçmişte kurduğu onlarca imparatorluk ve devletlerin çatışmalarından değil, binlerce yıldan bu yana üst üste koyarak edindiğimiz ortak kazanç ve birikimlerin sentezinden oluşmuştur.  
     Osmanlı, elbette son iki yüzyılda içte ve dışta yaşanan gelişmeler karşısında ve özellikle Balta Limanı Anlaşması sonrasında maalesef Batı'nın etki ve sömürü alanına girmiş, sanayileşmenin öncüleri tahrip edilmiş, zaafa uğratılan yapı çökmeye doğru evrilmiştir.                                          
     Tanzimat fermanı, devletin çöküşe giden sürecinde onarılamaz bir kırılma yaratmış ve Batı'nın ülkemizdeki faaliyet alanını ve özgürlüklerini genişletmiş, Osmanlı'yı çaresizliğe, “hasta adam” diye ifade edilerek miras olarak neyi var neyi yoksa emperyalistlerin paylaşması noktasına itmiştir.
     Namık Kemallerle başlayan millî değerlere, vatana sahip çıkma düşüncesi, hürriyet ve vatan mücadelesi ve bu amaç etrafında kurulan cemiyetler, İttihat ve Terakki başta olmak üzere ayağa kalkmamız için ideolojik zemin yaratmaya başlamıştır. 
     Meşrutiyet ile birlikte dış müdahaleye karşı uyanıklık artmaya başlamıştır. Ancak Birinci Meşrutiyet, ilanından iki yıl sonra fiilen sona erdirilmiş, ancak 1908 devrimi ile 2. Meşrutiyet hayata geçirilmiştir. 
     "Hasta adam" denilen Osmanlı, paylaşılmak üzere işgale konu edilmiş, ilk dünya savaşı ile başlayan işgal harekâtı, İttihat ve Terakki'nin orduyu ve ekonomiyi toparlamaya çalışması ile ciddi bir direnişle karşılaşmış, Mondros Ateşkes antlaşması sonrasında ülkenin fiilen işgale uğraması karşısında kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin ve düzenlenen kongrelerin Milleti toparlaması ile 23 Nisan 1929 günü İstanbul'da fiilen sona erdirilen Osmanlı Devleti'nin yerine kurulan TBMM çatısı altında, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk milletinin müdahalesi ile sona erdirilmiştir. 
     Türk tarihi, yükselmesi ile de, gerilemesi ve çökmesi ile de bizim tarihimizdir. 
     Ders çıkarmamız gereken de burasıdır. 
     Şimdi üzerinde kıvançla yükseleceğimiz binlerce yıllık tarih ve birikim, zalimler karşısında bizi yeniden tarih sahnesine öncü olarak çıkmaya zorlamaktadır. 
     Türk milli Devleti’nin bekası ve öncü bir rol oynaması, muasır medeniyet seviyesine, ancak bağımsız ve güçlü bir devlet ile varmanın gereğini kavramamız ve bu sürece milli ve halkçı üretim ekonomisi başta olmak üzere uygun adımlar atmamız ile mümkün olabilecektir. 
     Bunun için en son üzerimize yürüyen emperyalist ABD'nin PKK’nin silahlarla ve parayla desteklenmesi tasallutundan ve yaptırımlarından, ülkemizi KARADENİZ'den başlayarak YUNANİSTAN, Doğu AKDENİZ, GKRY, SURİYE'nin ve IRAK'ın kuzeyinden yaptığı kuşatmadan, ve özellikle savaş ilanı anlamına gelen BİDEN’ın "Ermeni soykırımını tanıma kararı" ile ülkemize yöneltilen yeni ve can alıcı bir saldırı borusunun çaldığını duymamızdan sonra, geçmişi anımsayarak Türk milletinin en geniş millî birliğini sağlamak zorunda olduğumuz yeni bir sürece girdik. 
     Bu süreci göremeyen ve buna uygun olarak savunulacak bütün vatanı ve hatta insanlığın ön cephesini kapsayan bir sath-ı müdafaa içinde yer almayanlar, ne Osmanlı'nın, ne Göktürklerin ve ne Türk millî Devleti'ni kuran Atatürk'ün yolunda yürüyebilir ne de Türkiye Cumhuriyeti'ni milli devletin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün istediği gibi, muhafaza ve müdafaa edebilirler. 
     Uyanık olmanın zamanıdır. .
     Son Türk millî Devleti'nin ayakta kalması, ABD'nin her yolu ve yöntemi kullanarak iç cepheyi parçalama yönündeki saldırılarını önlememize bağlıdır. 
     Elbette iş işten geçmeden!