Finlandiya ve İsveç’le asıl sorun PKK mı? | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
21:57  MERCAN’DA BİR İLK: ‘GECE GÖZLEM ETKİNLİĞİ’  21:35  ŞEHITOĞLU, DURAK’A TAM DESTEK VERDI  10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı 
Finlandiya ve İsveç’le asıl sorun PKK mı?

 

Finlandiya ve İsveç’le asıl sorun PKK mı?

Tek kutupluluğun aktörleri Avrasya’nın yükselişini artık engelleyemiyor. İşte bu yüzden daha çok kaos ortamı yaratmaya odaklanıyorlar ve vekil ülkeler üzerinden kışkırtıcı planlar yapıyorlar

YAŞAR UZ / ALMANYA

Daha düne kadar bir denge politakası izleyen İsveç ve Finlandiya, güçlü komşusu Rusya ile akılcı ilişki felsefesiyle NATO’ya hep mesafeli durmuştur. Ukrayna-Rusya geriliminden önce bu mesafeyi koruyorlardı.

Yeni olmayan bir şey var: Bu iki ülkenin, Türkiye’nin diğer “dost” ve “müttefik” ülkerini aratmayan PKK sevdası! Peki, bu ülkelerin NATO’ya girişlerine Türkiye neden - sır olmadığı halde- sadece PKK’ya yönelik desteklerine işaret ederek karşı çıktı? Hükûmet büyük resimde oynatılan taşları görmüyor muydu? Elbette görüyordu ve oynattığı bu yeni taşlarla “Küresel Akıl”, Türkiye’de herkesin cevabını bildiği halde dillendiremediği “Rotamız Avrasya mı Batı mı?” sorusunun cevabını her sahada haykırıyordu. Yani, “Yorulma Türkiye ben senin yerine bu seçimi yaptım.” diyordu.

MÜTTEFİKLİĞİN MUHASEBESİ

1952-2022 arasında geçmiş 70 yılın ardından, NATO’nun Türkiye’ye faydalarını saymak için bir elin tek parmağı bile fazlayken, zararlarını saymak için 83 milyon vatandaşımızın elleri yetmezken, herkesin aklına aynı soru geliyor: “NATO’da ne işimiz var?”

1952 yılındaki şartlar yoktu. Güçsüz Türkiye yok ancak Türkiye NATO’dan hâlâ çıkmıyor. Yakın geçmişimizde, Yunanistan’ın ve özellikle Fransa’nın askeri kanadına dönüşünü engellememenin zararını en çok Türkiye çekti.

Halbuki 2009’un Fransa’sı, bir asır evvel Türk tarihinin en utanç verici anlaşmalarından olan “Sevr Antlaşmasını” dayatan ülkeydi. Hiçbir şey değişmemişti. Arka bahçesi olarak kabul ettiği Afrika sömürgelerinden Türkiye’yi uzak tutmak için geri dönüyordu. Fransa çok iyi görüyordu ki, Avrasya’ya doğru kayan bir dünyada, yalnız başına Türkiye’ye karşı koyamazdı.   

Nitekim, Fransa'ya askerî kanadına dönmesi için talimat veren “Üst Akıl”, önceden Libya’yı, Suriye’yi ve geniş kapsamda Türkiye’yi bölgede yalnız bırakacak adımları planlamıştı. İtiraf etmek gerekir ki, kaosu yaymakta örnek aldıkları İsrail ve ABD kadar canilerdi.

NATO’nun, Türkiye’nin eline verdiği tek koz, veto hakkıydı. Ancak bu kozu ne Fransa’nın ne de Yunanistan’ın askerî kanadına dönmemesi ya da en azından bu dönüşü zorlaştırmak için kullanmadı.

Üstelik Isveç’e ve Finlandiya’ya “sorun teröre desteği” denildiği bir ortamda, insanlarımız ASALA’yı kimin kurduğunu unuttu mu? 1983’te, Orly’deki kanlı eylem sayesinde, kendi kurdukları örgüt üzerindeki kontrolü kaybettiklerini anladıktan sonra ASALA sonlandırıldı. Bunun yerine PKK’ya destek vermeye başlayan ülke ne İsveç ne de Finlandiya’ydı. 

Bunu yapan ülke, Fransa’ydı. 2009’da NATO’nun askerî kanadına dönmesine engel olmadığımız Fransa!

Fransa’nın NATO'ya dönerken, anlayışı çok açıktı: “Yeni dünya denkleminde, her ne kadar nükleer bir güç olsam da, Güvenlik Konseyi'nin zayıf halkasıyım. Gücüm nerden geliyor? Afrika’dan. Afrika’da bana kimler engel? Rusya, Çin ve Türkiye.”  

NATO şemsiyesi altında bile Rusya ve Çin, artık Fransa’nın yutamayacağı çok büyük lokmalardı. Türkiye henüz değildi. 

“Dostlarını yakın, düsmanlarını daha yakın tut” anlayışıyla Fransa, Türkiye’ye daha yakın olmak için geri dönmüştü. Bu anlayışı kendine uyarlayarak, Rusya Başkanı Vladimir Putin, Oliver Stone ile yaptığı röportajlarda, Bill Clinton’a NATO’ya Rusya’nın alınmasını önerdiğini ve Amerikalıların bunu kabul etmediğini anlatıyordu.

Bu anlayış Türkiye için de geçerli. Türkiye; kâğıt üzerinde, NATO içerisinde “dost” ve “müttefik” olarak tanımlanan ülkelerden çektiğini hiçbir ülkeden çekmedi. O yüzden bugünkü güç dengeleri göz önüne alınınca, düşmanlarımızı, dostlarımızdan daha yakın tutmak için, NATO’da, her şeye rağmen kalıp Avrasya’ya yönelmeye devam etmemiz daha akılcı bir rota. 

Ülkemiz, enerji merkezi olmaya doğru evrilirken Millî Muharip Uçağına sahip olana kadar düşmanlarının ayağında taş olabileceği NATO’da kalması daha mantıklı. Gönül ister hemen çıkmayı ama beyin bilir ona sabırlı olmasını öğretmeyi…       

The Atlantic dergisi, çok kutupluluğun aktörlerini “kötü adamlar” olarak tanımlıyordu.

NATO OYUNUNU ANLAMAK 

Sene 1901... Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl, İkinci Abdülhamit’e Filistin topraklarını satın almak için teklif getirdi. Peki, Sultan buna ne cevap verdi? Her vatanseverin yapacağı şeyi yaptı. Onu geri çevirmeyle kalmayıp, resmen kovdu!

Bu rest sonrasında “Küresel Aklın” ikizi “Siyonist Akıl”, sözde “vaad edilmiş topraklar” uğruna Osmanlı’nın çöküşünü sağlayacak kaosu, dünyayı Birinci Dünya Savaşı'na doğru götürüyordu. O gün bugündür, o zamandan beri her kargaşa, kaos ve savaşın ardında artık yeni bir gerçek vardı. “Bütün yollar Roma'ya çıkar” sözü geçersizdi. Çünkü bütün yollar Tel Aviv’e çıkıyordu. “Büyük İsrail”, “vaad edilmiş topraklar” bir asırdır akan her göz yaşı, her kan damlası bu uğurda akıtılıyordu…

Bu “vaad edilmiş topraklar” neye dayanıyordu? İncil’de şöyle der: “15:18-21 O gün Rab Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: Mısır Nehri’nden büyük Fırat Nehri’ne kadar uzanan bu toprakları senin soyuna vereceğim.”

Henüz kurulmamış ülkenin bayrağı o “vaad edilmis topraklar” idealini esas alarak yapılmıştı. Alt mavi çizgi Mısır Nehri, yani Nil ve üstteki Fırat Nehri'ydi. 10 Agorot Shekel demir parası da bu sözü esas alarak basılıyordu.  Suriye savaşından kaç yıl evvel, merhum Necmettin Erbakan bizleri uyarmıştı, asıl hedef Türkiye’dir diye.

Bir taraftan Suriye’nin takdire değer direnişi, diğer taraftan Suriye’nin bölünmesi halinde sıranın kendilerine geleceğini bilen Türkiye, İran ve Rusya’nın karşı koymasıyla sahada bir statüko hâkim.   

“Siyonist Akıl” ve destekçileri (ABD, İngiltere ve Fransa), doğrudan Türkiye, İran ve Rusya’ya karşı Suriye sahasında bir savaşa hazır değillerdi. Tabiî ki gerçekçi olarak Türkiye, İran ve Rusya da böyle bir savaşı, dört nükleer güce karşı istemezdi.

Bunu göz önüne alarak “Siyonist Akıl”, statükoyu kendi lehine çevirecek adımları, kukla devlet Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı tansiyon yaratmak için görevlendiriyordu. Ve ikinci bir kukla devlet Ukrayna’yı, Rusya’ya karşı kullanıyordu. 

“Siyonist Akıl”, Rusya’yı Ukrayna sahasında zayıflatıp, kendisi için beka sorunu olmayan Suriye sahasından çekilmesini sağlayacak adımlar atmaktaydı. “Rusya’nın Suriye sahasından çekilmesiyle, doğacak boşluğu Türkiye doldurmaya cesaret edemesin” düşüncesiyle, batımızda Yunanistan ile çatışma ortamı yaratmak ve NATO üzerinden Türkiye’ye karşı geleceğini bildiği iki devleti organizasyona aday gösterdi: Finlandiya ve İsveç. 

Burada bir soru akla geliyor: Daha düne kadar NATO’ya girmek istemeyen bu iki ülke neden artık ittifaka hızla girmek istiyorlardı? Neden iki ülke? Daha net olarak neden İsveç? Tarafsız bir değerlendirme ya da bir İskandinav gözüyle olaya bakarsak, Rusya ile 1330 kilometre sınırı olan Finlandiya’nın güvenlik endişesi anlaşılabilir bir şeydi. 

Bu gerçek İsveç için geçerli değildi. Çünkü Finlandiya’nın girmesi, Rusya ile arasına bir tampon kurmaya yetiyordu. Sadece Finlandiya'nın adaylığı olsaydı, Türkiye’nin şiddetli bir şekilde karşı gelmeyeceğini ve tansiyonun istedikleri seviyeye ulaşmayacağını hesapladıkları için her iki ülkeye adaylıklarını beraber koymalarını istedi “Üst Akıl.”

Yani, bu iki adaylık şuna yarıyordu: “Rusya/Ukrayna savaşında tansiyon düşmesin diye benzin dökmek.” Türkiye’ye dayanamayacağını hesaplayıp, çok yönlü baskı kurmak. (İsveç/Finlandiya ile NATO üzerinden, batıda Yunanistan, doğuda Suriye sahasında ve ekonomik baskı...) Çok kutupluluğun aktörleri olan Türkiye ile Rusya dayanışmasını bozup, tek dünya devletine evrilmek. 

NATO'nun genişlemesindeki amaçlardan biri dünyanın birinci nükleer gücü olan Rusya'yı zayıflatmak.

TEK DÜNYA DEVLETİ NEDİR

Tek kutupluluğun son aşaması olan bu proje, SSCB’nin çöküşü ile Rusya’nın yeniden doğuşunun arasındaki zamanı tekrar yaratma isteginden ibaret. 1991–2003 dönemi, “Üst Aklın” kendine göre altın çağ yaşadığı bir dönemdi. Rusya’nın, Çin’in, Türkiye’nin yeniden yükselişe geçmesi bu altın çağın sonunu ilan ediyordu. 

Bu dirilişten ders alan “Siyonist Akıl”, bu kez ileride karşısına çıkabilecek rakiplerini, bir daha rekabet edecek duruma gelmelerinin önüne geçmek istemektedir.

Bu altın çağı sonlandıranları, The Atlantic dergisi “Bad guys” yani “Kötüler” olarak tanımlıyordu. Çok kutupluluğun aktörleri bu düzene çomak sokmaya başladı ve kendi itiraflarıyla kabul ediyorlardı ki, “kötüler kazanmakta”ydı. Başka deyimle onlar yani “iyiler” kaybetmekteydi...

Çin’in ve genel anlamda Avrasya’nın yükselişini, tek kutupluluğun aktörleri artık engelleyemiyorlardı. İşte o yüzden daha çok kaos ortamı ve daha çok vekil ülkeler üzerinden savaş ortamı yaratmaya yöneliyorlardı. 

Hesap kendilerine göre, kâğıt üzerinde çok basitti. Çok kutupluğun büyük aktörlerinden Rusya’yı, yani dünyanın birinci nükleer gücünü zayıflatıp diger aktör Çin’e savunma teknolojisi transfer edemeyecek duruma getirmek ve böylelikle, çok kutupluluğu üstten yıkmak. Bunun devamında, çok kutupluluğun küresel güç olmayan aktörlerini tıpış tıpış kendilerine yeniden köle etmek.

Bu tek kutuplu dünyanın devamı olan tek dünya devleti, özet olarak buydu: Karar vericiler için yeni bir altın çağ. Irk veya ülke bakmaksızın, herkesin köle olduğu bir dünya.

Bir düzen oturtmak için “Üst Akıl” daima devletler üstü, insanlığı bağlayan konuları ön plana çıkarmıştır. İklim, Kovid-19, Gıda.... İnsanlığı koruma bahanesiyle, bu “tek dünya devletini” tek çıkar yol olarak göstermek. Tabiî ki, bütün karar mekanizmalarını toplamaları gerektiğine inandırmak ve insanlığı gönüllü köleliğe hazırlamak…    

Türkiye, İran, Rusya ve Çin gibi, tarihlerinde sömürülmemiş, tam aksine imparatorluklar kurmuş ülkeler bu tuzağa düşer mi?

En azından savaşmadan düşmeyecekleri kesindir…



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA