Kurtuluş Savaşı’na omuz veren İranlı subay | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı  10:00  BAŞKAN SEÇER MUT HALKIYLA BULUŞTU  09:55  BAŞKAN ÖZYIĞIT, “BALıK PAZARı SAYıSıNı ARTTıRACAĞıZ”  09:39  CEZAEVI AVUKAT GÖRÜŞME ODASıNDA YENILEME BAŞLADı  09:35  AVUKATLARA ‘SEÇIM VE SANDıK GÜVENLIĞI EĞITIMI’ VERILDI  09:32  81 BARO: CINSEL ISTISMARA HEP BIRLIKTE DUR DIYELIM 
Kurtuluş Savaşı’na omuz veren İranlı subay

 

İzmir’den İstanbul’a, İstanbul’dan Ankara’ya… Tekrar İzmir’in kurtuluşunda 9 Eylül günü İzmir’de… İranlı bir subayın bilinmeyen öyküsü… Kurtuluş Savaşı’mıza 80 İranlı subay katılarak omuz verdi. İşte onlardan biri olan Seyit Ahmet Canpolat’ın anlattıkları…

Kurtuluş Savaşı’na omuz veren İranlı subay

 

MESUD SADRMOHAMMADİ / İRANLI GAZETECİ

İran ve Türkiye’nin ortak tarihinde çok az bilinen sayfalardan biri de Türk ordusunda eğitim almış İranlı askerlerdir. II. Abdulhamit dönemi ve sonrası Türk ordusunda eğitim alan onlarca İranlı asker daha sonraları Osmanlıyı kuşatan çeşitli savaşlara katılmıştır. Özellikle Kurtuluş Savaşı’nda görev almış bu askerler şehit ya da gazi olmuştur. Bu askerlere dair ilk ve belki de en önemli kaynaklardan biri de Seyit Ahmet Canpolat’ın “İranlı Bir Subayın Macerası” adıyla yayımlanmış hatıralarıdır.

20 Mart 1998’de 98 yaşında hayatını kaybeden Seyit Ahmet Canpolat’ın hatıraları; onun doğduğu İzmir ve eğitim aldığı Mektebi Harbiye’den 1940’ların sonuna kadar, kendi iddiasıyla haksızca emekli edilişine değin bir süreyi kapsar. Bu hatıralar Osmanlı’da yaşayan İranlıların durumu, Osmanlı ordusunda eğitim alan İranlı askerlerin eğitim süreci, Kurtuluş Savaşı ve savaşın bir yabancının gözünden bazı detayları, Şah Rıza Pehlevi’nin İkinci Dünya Savaşı’nda yüksek maliyetlerle oluşturduğu modern ordunun nasıl işe yaramadığını, askerlerin psikolojik durumu, orduda yaşanan yolsuzluklar ve güç çekişmeleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. 

 

Canpolat, İstiklâl Madalyası ile. (1932)
İRAN’DAN İZMİR’E
1900’de İzmir’de doğan Seyit Ahmed’in ailesi, Nasıreddin Şah Kaçar döneminde birçok İranlı tüccar ve işçinin yaşadığı tecrübe gibi 1850’lerde Türkiye’ye gelip bir müddet İstanbul’da ticaret yaptıktan sonra İzmir’e geçer. Seyit Ahmed’in babası, genç yaşında İzmir’de başarılı iş hayatına atılır ve İranlı bir ailenin Bursa doğumlu kızıyla evlenerek aile kurar. Seyit Ahmet babası Seyit Muhemmed’den söz ederken “Babam Seyitlere özel giysi giyinir, yeşil sarık sarardı” diyor. Babasının bu evliliğinden Seyit Ahmet’in yanı sıra bir ablası (1898) ve İstanbul’da dünyaya gelen bir erkek kardeşi (1907) olur.

Aile 1905’te, İzmir’den, o dönemde Osmanlı’da yaşayan 40 bin İranlı’ya en çok ev sahipliği yapan İstanbul’a gelir. Seyit Ahmet 7 yaşına geldiğinde iki sene Tavşantaşı Mektebinde okur. Sonra İstanbul’da yaşayan İranlılar tarafından idare olunan İranlılar okuluna giderek 6 yıllık bir eğitim alır.

Seyit Ahmet İranlılar okulunu şöyle aktarır: “Öğretmenlerimizin yarıdan fazlası İranlı hocalardı. Rızazade Şafak, Abdulhüseyin Borucerdi ve Mir Ebulfutuh Alevi gibi Türkiye’ye göç etmiş Meşrutiyet taraftarı mücahitler bize İran sevgisini aşılıyorlardı. Öğrencilerin daimî sloganı “Allah, Şah, Vatan, Bayrak”tı ve her zaman İran bayrağı altında ders alırdık.”

1914’te İranlılar okulundan mezun olan Seyit Ahmet, “okul yıllarında asker olmaya gönül kaptırdım, Osmanlı askerlerini gördüğümde yüreğim çarpar, bir şekilde askerî okula girmeye bir yol bulmayı düşünürdüm” der. Ahmet’in İstanbul’da geçirdiği gençlik dönemine özellikle Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları etki bırakmıştır. Hatıralarında Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları’nı özet olarak İranlı okurlarına anlattıktan sonra o dönem gördüklerini şöyle nakleder: “Bulgarların işgal ettiği bölgelerden binlerce Türk perişan hâlde İstanbul’a göç etmişti. Onları camilere ve hanlara yerleştiriyorlardı. O göçmenlerin sefil hâli hala gözümün önünde duruyor. O zamanlar 12-13 yaşlarındaydım...”

Canpolat, Batı cephesinde askerlerle
KULELİ ASKERİ LİSESİ’NDE OKUDU 
Seyit Ahmed Canpolat’ın aktardıklarına göre Osmanlı’da, Meşrutiyet’den sonra İttihad-i İslam çalışmaları kapsamında ordu için Müslüman halkların çocuklarından birkaçı askerî okula alınıyordu. Bu nedenle her sene İran Büyükelçiliği tarafından bu işe gönüllü olan bir kaç İranlı genç de Türk ordusuna takdim edilirdi. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle orduya alınan gençlerin sayısında artış yaşanır ve bu durumdan faydalanan Seyit Ahmet de genellikle Tebriz ve Azerbaycan Türklerinden olan 10’dan fazla okul arkadaşıyla birlikte 1915’te Kuleli Askerî Lisesine kabul edilir. “Boğaz kenarında Çengelköy’de bulunan Kuleli okuluna dâhil olup askeri üniforma giyindik. Elbette bizim İran uyruklu olmamız mahfuzdu ve Osmanlı Devleti de bizi İran tebaası olarak biliyordu. Büyükelçilikle irtibatımız da hep devam ediyordu. Küçük yaşlarda olan bazı İranlıları Bursa Askerî Rüştiyesine gönderdiler. Büyük yaşlılardan bir kaçı da Jandarma Yüksek Okuluna gönderildi. Onların eğitim süreci -bizimle mukayese edilirse- iki sene daha azdı.”

1 Ağustos 1918’de mezun olan Seyit Ahmet, okulunu şöyle betimler: “Kuleli Askerî Lisesi yatılı okuldu. Sadece perşembe günleri eve gitmemize izni veriliyordu. Okulda tam bir disiplin hüküm sürüyor, hocalarımızın hepsi bir baba gibi şefkatli ve çok deneyimli subaylardı. Giyinme ve barınma gibi ihtiyaçların hepsini okul karşılıyordu. Okulun yöneticisi ve komutanı ilk başta bir Türk albaydı. Daha sonraları Alman albaylar bu görevi üstlendiler.”

Öğrenciler, mezun olduktan sonra Göztepe, Maltepe, Bostancı, Erenköy, Pendik ve farklı bir kaç kışlaya gönderilerek kıta eğitimine tabi tutuluyordu. Seyit Ahmet ise ilk başta Pendik’te Teğmen Osman Nuri’nin komutası altında 4. Taburda görevlendirilir. Sonraları ise 8. Tabura geçerek Ali Rıza Bey isimli subayın komutanlığı altında Kartal’da pratik eğitimlerini devam ettirir.

İŞGALE ŞAHİT OLDU 
Seyit Ahmet o günlerinin ruh hâlini “Tek arzum bu eğitim ve manevralar sürecinin bir an önce bitmesi, teğmen derecesiyle savaş meydanına gitmek” olarak anlatsa da eğitiminin sona ermesi tam Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine denk gelir ve Ahmet, savaş meydanını tecrübe etmeden İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilişine şahit olur. “Boğaz ve Şile’de olan bazı yerli ve silahla donatılmış İngilizlerin askerî kışlalara saldırıp buradaki silahları ele geçirmesi ihtimaline karşı eğitim alan birimler önceden belirlenmiş, bir kaç mevkii zapt ettiler. Mütareke gereği eğitimler durdurulup tüm subaylar izine ayrıldılar. Biz öğrenciler ise bir müddet Pendik’de kaldıktan sonra Bostancı’ya gidip Mekteb-i Harbiye’nin 1. Taburunun boş binalarına yerleştik. Yakınımıza İngiliz-Hindistanlı bir alayın yerleştilmesi dolayısıyla hep teyakkuz durumunda idik. Her an onlarla çatışma riski vardı. Sonunda Harbiye Nezaretinden tabur komutanı Halim Bey’e, Bostancı’yı tahliye ederek tüm teçhizatla beraber Haliç’teki Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’a gitmeğe dair emir geldi.”

Yeni kışlada eğitim süreci devam etse de mütareke yıllarının durgun havasından dolayı subayların birçoğu görevden ayrılır. Bu nedenle de askerî birimlerin büyük kısmı boş kalır. 10 Ağustos 1919’da 3. Teğmen rütbesi alan Seyit Ahmet, 24 Mayıs 1920’de ise 2. Teğmen rütbesine terfi edilir.

5 Temmuz 1920’de Osmanlı Devleti Bakanlar Heyetinin kararıyla Osmanlı ordusunda görev yapan tüm subayların görevine son verilir. Kararın ilanı sonrası İran kökenli bazı subaylar İran’a dönerken, bazı subaylar ise Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı harekete katılma amacı ile Anadolu’ya geçer. Bu dönemde Seyit Ahmet ise İran’a geri dönmek için İstanbul’da yol masraflarını karşılamak amacıyla Tahran’dan gönderilecek parayı bekler: “İstanbul’da olduğum bu müddette çok önemli bir olay yaşadım. 1338 Kameri yılının Aşura akşamı İranlıların tören gerçekleştirdikleri Valide Han’a gitmiştim. Valide Han’da bir kenarda durup törenleri izliyordum. Yanımda Sirkeci Polis Amiri İbrahim Bey ve bir sivil polis duruyordu. Meydanın çevresinde ise polisler, jandarmalar ve bazı İngiliz askerleri bulunuyordu. Ezadarların bizim karşımızdan geçtiği anda İbrahim Bey, sivil polise ‘Hüseyin’i İranlılar kendileri katletti ve şimdi yas tutarak pişmanlıklarını gösteriyorlar’ dedi. Ben bu sözü duyunca itiraz ettim. Onlar ise askerî üniforma giymediğim için bana kızdılar ve olay kavgayla sonuçlandı. Ben onların ikisini de dövüp darp ederek orada bulunan İranlıların yardımıyla kaçtım. Bu olaydan sonra bölgedeki polisler beni aramaya başladı. Aşura’dan bir gün sonra kendim Büyükelçiliğe giderek olup bitenleri anlattım. İstememe rağmen Büyükelçiliğin çevirmeniyle İbrahim Bey’in yanına gidip özür dileyerek meseleyi bitirmemi istediler. Ama işin sonunda ben derdest edilip İstanbul adliyesine sevk edilerek soruşturmaya tabi tutuldum. Soruşturmada kendimi savunarak söz konusu iki kişinin biz İranlıların kutsallarına hakarette bulundukları, Hazreti İmam Hüseyin’in yas töreniyle alay ettikleri ve Müslümanlar arasında nifak çıkardıklarından dolayı böylesi bir işe kalkıştığımı söyledim. Soruşturma sonrası Kâtip Sinan Camii müezzini ve mahalle muhtarı Gafur Hoca’nın kefaletiyle serbest bırakıldım.”

Bu olay sonucu İstanbul Mahkemesi Seyit Ahmet’e altı ay hapis cezası verir. Ama o bu hükme itiraz ederek istinaf mahkemesine başvurur: “İstinaf mahkemesinin de ilk mahkemenin hükmünü onaylayacağını bildiğim için ya İran’a ya da Anadolu’ya firar etme kararı aldım.”

YARIN DEVAM EDECEK


Kurtuluş Savaşı’nda İranlı bir subay: Seyit Ahmet Canpolat -2- Kuvayı Milliye’den İzmir’in kurtuluşuna


Hatıratının devamında; Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz, Dumlupınar Savaşı ve Başkumandan Meydan Muharebesi’ni detaylarıyla anlatan Seyit Ahmet’in anlatım tarzında, bu savaşlarda görev almasından ötürü duyduğu gurur ve onuru hissetmemek mümkün değildir.

Kurtuluş Savaşı’nda İranlı bir subay: Seyit Ahmet Canpolat -2- Kuvayı Milliye’den İzmir’in kurtuluşuna  


MESUD SADRMOHAMMADİ / İRANLI GAZETECİ
Seyit Ahmet sonunda İran’ın o dönemki karışık durumunu göz önüne alarak Anadolu’ya gidip Kuvayi Milliye’ye katılarak savaşa gitme kararı alır. 3 Mart 1921’de Isparta gemisine binerek Anadolu’ya doğru hareket eder: “Gemi, hareket etmeden önce İngiltere, Fransa, İtalya ve Türk polislerinden oluşturulmuş birimler tarafından kontrol edildim. Bu gözetimlerin başlıca amacı Kuvayi Milliye’ye herhangi bir silah ve cephanenin ulaştırılmasına engel olmak, İstanbul’da olan subayların Anadolu’ya geçişini durdurmaktı. Benim İran pasaportum dolayısıyla İran’a gideceğimi zannettiler ve herhangi bir sorun çıkarmadılar.”

Ama işler o kadar da kolay ilerlemiyordu. İngiliz, Yunan ve Saray casuslarının Anadolu’ya geçişini önlemek için Kuvayı Milliye’nin İstanbul’da olan gizli komitesinden kimlik belgesi olmayan kişilerin Kuvayı Milliye tarafından Anadolu kıyılarında gemiden inilmesine müsaade edilmiyordu. Komiteden belge almaya imkân bulamayan Seyit Ahmet ise tüm Karadeniz kıyısını Trabzon’a kadar gitse de gemiden inemez: “Gemide ümitsizlik ve parasızlıktan çok tedirgindim. Denizde ise fırtına çıkmıştı, hava oldukça soğuktu ve benim münasip bir yerim yoktu. Gemi Trabzon’dan direk İstanbul’a dönecekti ve İstanbul’a döndüğüm takdirde İngilizler tarafından tutuklanabilirdim.”

Zor durumda kalan Seyit Ahmet, Trabzon Limanı’nda demir atan Bahri Cedid gemisinin Trabzon’dan İstanbul’a yola çıkarak Anadolu kıyılarında olan limanların bir kaçında duracağına dair bir haber alır. Bir kayıkla Isparta gemisinden Bahri Cedid’e geçerek Trabzonlu bir kayıkçının vasıtasıyla Ankara’da ticarethanesi olan teyzesinin oğlu Mehmet Ali Bey’e durumuna ilişkin telgraf çeker. İstanbul komitesinden belge alamadığından Anadolu’ya giremediğini vurgulayarak Kuvayı Milliye’nin 3. Süvari ordusunun komutanı İbrahim Bey’in (Çolak) damadı olduğu için Ankara’daki yetkililerle iyi ilişkisi olan Mehmet Ali Bey’den İnebolu Limanı’nda ona Anadolu’ya girme izni vermelerini rica eder. Bu çabaların sonucunda 17 Mart 1921’de, İnebolu’da Kuvayı Milliye polisi tarafından gemiden indirilerek Ankara’ya gitmeye izinli olduğuna dair bilgilendirilir.

Çok zor şartlarda Ankara’ya ulaştıktan sonra Başkumandanlığa giderek savaşa katılmak için hazır olduğuna dair bilgi verir. İki gün sonra başkumandanlıktan Batı Cephesi’ne giderek savaşa katılma emri alır. 


KURTULUŞ SAVAŞI'NA KATILDI 
Seyit Ahmet, hatıralarının bu kısmında Anadolu’nun bulunduğu zor durumu ve Anadolu halkının erkek-kadın, genç-yaşlı demeden varlıklarını ve vatanlarını korumak üzere çaba sarf ettiklerini İranlı muhatapları için anlatır. 

Hatıratının devamında; Sakarya Savaşı, Büyük Taarruz, Dumlupınar Savaşı ve Başkumandan Meydan Muharebesi’ni detaylarıyla anlatan Seyit Ahmet’in anlatım tarzında, bu savaşlarda görev almasından ötürü duyduğu gurur ve onuru hissetmemek mümkün değildir. Türk ordusunun bir subayı olarak İstiklal Savaşı sonucu İzmir’e dâhil olan Canpolat bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “10 Eylül’de kendi birliğimle İzmir’e dâhil oldum. Son derece mutlu ve sevinçliydim. 22 yaşımda 1. Teğmen rütbesi ile doğduğum kente dâhil oluyordum.” 

Sözlerinin devamında bu Savaş sonucunda Türklerin bir daha ölmez bir halk olacaklarını, bağımsız yaşayacaklarını ve Anadolu halkının özellikle de kadınların savaştaki sadakatini vurguluyor. Savaş sonrası aldığı madalya hakkında ise “Diğer arkadaşlarımla birlikte Savaş’ın bitmesi ile İstiklal Madalyası’nı almakla şereflendim. Madalyayı alma hükmünü hâlâ da kendi arşivimde korumaktayım” ifadelerine yer veriyor.

Ancak İzmir’de dahi İstanbul’da yaşadığı tatsız olayın etkileri onu bırakmaz: “Bir gün İzmir Valiliği karşısında 1. Ordu Mahkeme Başkanı beni görüp yarın mahkeme şubesine geliniz dedi. Benim “Ne sebeple?” soruma cevaben “Sizinle alakalı İstanbul’dan bir mektup var” yanıtını verdi. Ne kadar düşünsem de aklıma bir şey gelmedi. Bir sonraki gün şubeye gittiğimde oldukça kalın bir dosyayı karşıma koydular. Bu benim İstanbul Mahkemesi’nde olan dosyamdı. Ama üzerinde kırmızı kalemle mahkemenin hükmünün iptaline dair not yazılmıştı. Cephe komutanı, İsmet Paşa Hazretleri mahkeme kararı altında ‘İşgal döneminde İstanbul Adliyesinin verdiği tüm kararlar yok hükmündedir. Bu dosya arşivlensin’ notunu yazmıştı.”

İZMİR’DE EVLENDİ 
Seyit Ahmet İzmir’deyken orada yaşayan bir Isfahan asıllı olan İranlı bir tacirin kızıyla evlenir. Evliliğinden hemen sonra yeni görevler alarak özellikle Yunan çetelerinin muhtemel saldırılarına karşı kıyı noktalarında görev yapar. Bir müddet sonra onun da görevde olduğu birlik, Eylül 1923’te Menemen’den Ankara’ya gitmek üzere emir alır. Seyit Ahmet Ankara’da 189. Alay’da görevdeyken, kayınpederinden -sonraları yalan olduğu ortaya çıkacak olan- İran’a dönmeye ve orada ticaretle meşgul olmaya dair vaatler alır. Bu vaatler sonucu 18 Ekim 1923’de Türk ordusundan istifa dilekçesini komutanlığa iletir. O dönem Kurtuluş Savaşı’nda görevde bulunmuş yabancı uyruklu subaylara gönüllü oldukları takdirde Türk vatandaşlığı verilerek Türk askerî olarak kabul edileceklerine dair imkânlar oluşturulur. Ama Seyit Ahmet kayınpederinin sözlerine uyarak İran’a gitmekte ısrarcı olur ve nihayetinde 20 Eylül 1924’te eşi ve 10 aylık kızıyla İzmir’den İstanbul’a varır. Gemi ile Karadeniz’e oradan da Batum yoluyla İran’a gelir. Kayınvalidesi İzmir’in Karşıyaka ilçesinde kalırken kayınpederi ticaret için Beyrut’a gider.

Seyit Ahmed Canpolat’ın Türkiye hayatı burada bitse de etkisi askerî kariyerinin sonuna kadar sürecektir. Türkiye’de eğitim almasının ilk olumsuz etkisi ile İran ordusuna işe alındığında karşılaşır ve 1. Teğmen olduğu hâlde 2. Teğmen olarak işe alınır. Bir asker gibi bunu kendisine yapılmış bir hakaret olarak değerlendirse de durumunu “Çaresiz durumdaydım. Evliydim ve İstanbul’a dönüp ticaretle meşgul olmak için param da yoktu. Herhalükârda İran vatanımdı. Çaresizlikten mevcut durumla barıştım” ifadeleriyle açıklar. Canpolat Türkiye’de askerî eğitim alınması durumuna ilişkin sonraları bir gerçeklikle daha karşı karşıya kalır: Pehlevi ordusu rejimin Türkiye ile ne kadar iyi ilişkileri olsa da Türkiye’de eğitim alan ve Türk olan subaylara karşı güvensizlik duyuyordu. Yani o dönem İran ordusundaki Türk subaylar özellikle de Türk ordusu deneyimlerine sahip olanlar her zaman ihanet edebilecek unsurlar gibi değerlendiriliyordu.


İRAN’DA SUBAYLIK DÖNEMİ 
Aslında o dönem Osmanlı ordusunda eğitim almış General Arfe ile Türklere karşı antipatisi olan General Rezmara arasında güç rekabeti sürüyor ve Rezmara’nın siyasi alanda ilerleyişi neticesinde Arfe ve Türkiye’de eğitim almış askerler tüm başarılarına rağmen olumsuz etkileniyorlardı. Genellikle Pehlevi ordusunda Türk asıllı asker ve subaylar Azerbaycan bölgesinde görevlendirilmekten menedilmişlerdi. Canpolat bu duruma tepki gösteriyor ve Türkiye’de eğitim almış askerlerin hem teorik ve hem pratik deneyimlerine vurgu yaparak başka subayların deneyimsizliğinden söz ediyor. Ayrıca “Bizler onlardan daha çok vatanseverdik” diye de ekliyor.

Canpolat’ın hatıratında kayda alınmış, İran-Türkiye ilişkileri tarihine ilişkin enteresan olaylardan biri de Muhemmed Rıza Pehlevi’nin düğününe gönderilmiş 7 Türk uçağının İran’dan Türkiye’ye dönerken kaza yapmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti, İran şehzadesinin düğününe olan ilgisini göstermek için başka ülkeler gibi yüksek rütbeli askerlerle birlikte yedi uçaktan oluşan hava filosu gönderir. Bu uçaklar 1 Mayıs 1939’da Tahran’dan Türkiye’ye dönerken kötü hava şartlarından dolayı kaza yapar. İki uçak Tebriz Havalimanı’na inerken bir uçak Tahran’a geri döner, bir uçak da Türkiye’ye ulaşır. Diğer 3 uçak ise rotalarını Erdebil’e doğru değiştirir. Bu üç uçaktan biri kurtulsa da ikisi Savalan Dağı’na düşer. Olayda pilotlarından ikisi paraşütle kurtulabilirken iki Türk askeri hayatını kaybeder. Canpolat hayatını kaybeden askerlerin Tebriz’de tören yapılarak Türkiye’ye gönderilmesiyle görevlendirilir.

Seyit Ahmet, hatıratında özellikle 2. Dünya Savaşı’nda Pehlevi ordusunun yetersizliği ve komutanların kifayetsizliğinden söz ederken Osmanlı ordusundan Gazi Osman Paşa’nın Plevne savunması yahut Şükrü Paşa’nın Edirne savunmasını örnek gösteriyor.

Canpolat’ın hatıratının önemli ve dikkate şayan noktalarından biri ise Türk ordusunda eğitim alan İranlı askerlerin 80 kişilik listesini yazarak Kurtuluş Savaşı’nda gazi veyahut şehit olanlarını belirtmesidir.

BİTTİ 

 



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA