Ekonomik bağımsızlığın temeli Devletçilik | DEMOKRAT MERSİN | Mersin'in Demokrat Gazetesi

 
 
 
10:21  BAŞKAN SEÇER, ‘TARSUS KARBOĞAZI ÇEVRE FESTİVALİ’NE KATILDI  10:10  GEZEGENEMİZİ KURTARMAK İSTİYORSAK DAHA SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR GELECEĞE GEÇİŞ KAÇINILMAZDIR  21:40  GAZETECI A. VAHAP ŞEHITOĞLU, KıZ KARDEŞINI KAYBETTI  21:57  MERCAN’DA BİR İLK: ‘GECE GÖZLEM ETKİNLİĞİ’  21:35  ŞEHITOĞLU, DURAK’A TAM DESTEK VERDI  10:14  HALKIN BAŞKANI SEÇER, MAZBATASINI HALKLA BİRLİKTE ALDI  10:02  MTSO, KENTSEL DÖNÜŞÜM ÇALıŞTAYıNA HAZıRLANıYOR   09:59  ÇAKıR: “DEMOKRASIDE KAYBEDEN OLMAZ”  09:49  “AVUKAT İÇİN DE ADALET!”  09:37  AHMET SERKAN TUNCER, MEZITLI BELEDIYESI’NE İLK ADıMıNı ATTı  09:33  TOROSLAR’ıN YENI BAŞKANı YıLDıZ, MAZBATASıNı ALDı  09:31  BAŞKAN ABDULLAH ÖZYIĞIT, MAZBATASıNı ALDı  09:07  A.VAHAP ŞEHITOĞLU, CHP TOROSLAR BELEDIYE MECLIS ÜYELIĞI’NE SEÇILDI  22:30  ESAT ARSLAN: MOSKOVA SALDıRıSıNıN DÜŞÜNDÜRDÜKLERI  20:37  ABDURRAHMAN YıLDıZ’DAN TEŞEKKÜR MESAJı  20:34  VAHAP SEÇER, REKOR OYLA YENİDEN ‘BAŞKAN’  20:34  YENIŞEHIR YENIDEN ABDULLAH ÖZYIĞIT DEDI  10:22  ÖZBOZKURT VE YEŞILKUŞ’TAN İL EMNIYET MÜDÜRÜ KARABÖRK’E ZIYARET  10:20  KUVAYı MILLIYE RUHU FOTOĞRAFLARLA YENIDEN CANLANDıRıLDı  10:10  MTSO, KENTIN BEKLENTILERINI VAHAP SEÇER’LE PAYLAŞTı 
Ekonomik bağımsızlığın temeli Devletçilik

 

Halkçılık ancak örgütlü ve bilinçli bir toplumda hayata geçebilir. Türk Devrimi’nin önderleri işte bunu başarmaya çaba harcıyorlar. Müttefikler İstanbul'dalar, Lozan Antlaşması henüz imzalanmamış, seçim çalışmaları yapılıyor.

 
FEYZİYE ÖZBERK

Yusuf Akçura, 11 Mayıs 1923 günü Darülfünun Konferans Salonu’nda İstanbullu aydınlarla yaptığı söyleşide bu mücadeleyi anlatıyor: "Türkiye Devleti'nde hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir; millet, halk, mukadderatını bizzat ve fiilen yönetir. Demek ki Türkiye Devleti kayıtsız şartsız bir halkçılıktır, bir demokrasidir. Halk, millet sık sık toplanarak, kendi mukadderatını, memleketin mukadderatını yönetmek için vekil edeceği adamları seçer. Ve seçmeden evvel memleketi ne yolda idare edeceklerine dair fikirlerini öğrenir, mukayese eder ve ona göre seçer."

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası açılışı

 

DOKUZ UMDE

 
 

Yusuf Akçura konuşmasını şöyle sürdürüyor: "Bunun mutlaka böyle olması gerektiğine inanan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, maksatlarını, fikirlerini azami derecede yaymaya çalışıyor. Eskiden olduğu gibi yalnız teşkilat kuvvetiyle değil, asıl fikre çekmek suretiyle seçimlere katılıyor. Büyük Millet Meclisi'nce yeniden seçim kararı verilir verilmez Müdafaai Hukuk Cemiyeti, derhal programının ana hatlarını dokuz umdede toplayarak yayımladı. Gazeteler her gün bu umdeleri yazıyorlar, açıklıyorlar, yorumluyorlar, ayrıca risalelerle de izahına çalışıyorlar. Taraf taraf Müdafaai Hukuk'un mensupları -mebus adayı olsun olmasın - bu umdeleri halka, şehirlilere, köylülere her sınıf ahaliye anlayacakları dille anlatmaya uğraşıyorlar. Türkiye'nin her tarafında, camilerde, konferans salonlarında, kahvelerde, meydanlarda umdeleri açıklayıp anlatmakla meşgul gayretli arkadaşlarımız var. Demek Müdafaai Hukuk, milletin anlayarak oy vermesi esasını yalnız teoride kabul etmekle kalmamıştır, bugünkü seçim devresinde tatbikatını da icra ediyor; demek Müdafaai Hukuk teşkilatla beraber, açık, aşikâr, sarih ve kati fikir ve umdelere (yani programın ana hatlarına) dayalı bir seçimde kazanmak için meydana atılmıştır."

Yani günümüzde pek çok çeşidi uygulanan yöntemlerle, insanları aldatarak ya da başka biçimlerde kazanılan oy çokluğuyla değil! Mebusların, bilinçli kitlelerce seçilmesi isteniyor. '9 Umde' ise, Altı Ok'un ilk nüvesidir; 8 Nisan 1923 günü tam Cumhuriyet’in eşiğinde kabul ediliyor.

HALK ÖRGÜTLENMELİ

Millî Mücadele'nin en karanlık günlerinde, yanında bulunan gazeteci Yunus Nadi'nin "Her kerameti Meclis'ten beklemek niyetinde miyiz?" diye sorması üzerine, Mustafa Kemal'in verdiği yanıt çok önemlidir. Onun halka ve demokrasiye olan büyük güvenini gösterir. Tabii halk örgütlenmeli ve halka gerçekler anlatılmalı, yani bilinçlendirilmelidir. Meclis bu çabanın önemli araçlarından biridir. Aksi takdirde halktan en doğru kararları beklemek hayal olur. Mustafa Kemal de bu göreve vurgu yapıyor: "Ben her kerameti Meclis'ten bekleyenlerdenim. Bir devreye yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Millet işleri de ancak millî kararlara istinat etmekle, milletin duygularına tercüman olmakla hâsıldır. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve zillet kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine; 'Ey Millet, sen esaret ve zillet kabul eder misin?' diye sormak lâzımdır. Ben, milletin vereceği cevabı biliyorum... Bizim bildiğimiz hakikatler milletçe de tamamen malûm olunca, onun kararlar bahsinde de bizim gibi düşüneceği neden kabul edilmemelidir? Ben, bilâkis milletin bu hususta daha sağlam, daha kesin kararlar, vereceğine inanıyorum."

Yine Yunus Nadi Bey, 'Ankara'nın İlk Günleri' adlı anı kitabında, kendini çok umutsuz hissettiği zor koşullar altında, Mustafa Kemal'in ondan, halktaki gizil gücü görmesini istediğini yazar. O gücün açığa çıkması halkın örgütlü olmasına ve aydınlatılmasına bağlıdır. Mustafa Kemal bunu vurgular: "Eksik olan şey teşkilâttır. İşte şimdi onun üzerindeyiz."

KÜLTÜREL HALKÇILIKTAN SİYASİ HALKÇILIĞA

Halkçılığın toplumsal-siyasal yaşamımızdaki izini 1830'lara dek götürmek olanaklıdır. Ülkenin yarı sömürge haline gelişini, halkın yaşamının gittikçe yoksullaştığını gören, yaşayan devrimci aydınların yani halkın evlatlarının başlattığı mücadelede, halkçılığın ilk filizleri vardır. Onlar halkın yoksulluğuna, acılarına merhem olmak istiyorlar. Fakat zorluk çok... Konuşmaları, yazmaları çizmeleri yasak... Ayrıca okuryazarlık oranı çok düşük; aydının dili, halk dilinden uzak... 'Halka doğru' hareketleri böyle başlıyor. Dilde sadeleşme, halkın zorluklarını öğrenme, öğrenip somut çözümler üretme, hekimiyle, öğretmeniyle, yazarıyla, şairiyle, askeriyle halka gidip hayatı değiştirme arayışı başlıyor, yayılıyor. Önce kültürel halkçılık gelişiyor.

Yeni Osmanlı ve Jön Türk hareketleri, 1. ve 2. Meşrutiyetlerle, halkın dilinin, halk edebiyatının, hürriyet, eşitlik ve kardeşliğin benimsenmesiyle, önce kültürel ve siyasal planda gündeme gelen halkçılık, sonunda Cumhuriyet'le genç Türk Devletinin anayasasının temeli olmuş böylece halkın alın yazısını değiştirebilme gücüne ulaşmıştır.

Tabii tüm bu gelişmelerde, dünyadaki altüst oluşların etkisi de yadsınamaz. Ülkemizin coğrafi konumu hem Fransız Devrimi'nden hem de 1917 Sovyet Devrimi'nden etkilenmesini kolaylaştırmıştır. Bu iki büyük devrimin yarattığı sarsıcı rüzgâr tüm dünyayı olduğu gibi bizi de etkilemiştir. Doğu Avrupa'da ve özellikle Rusya'da devrim öncesinde güçlü bir halkçı hareket (Narodnik) vardır.

ALTI OK

1927'de 'Cumhuriyetçilik', 'Halkçılık', 'Milliyetçilik' ve 'Laiklik' CHP'nin dört temel ilkesi olarak benimsenmiştir. Sonraki yıllarda 'Devletçilik' ve 'Devrimcilik' ilkeleri de eklenerek Partinin ilkeleri altıya çıkarılmıştır. Bu tarihi gelişme, ilkelerin yaşanan pratiğin ihtiyaçlarından doğduğunu yani pratiğin teoriye dönüştüğünü kanıtlamaktadır. Altı Ok, ezilen bir milletin yaşaması ve ilerlemesi için tarihsel koşulların doğru bir biçimde okunmasıyla ortaya çıkmış bir üründür. Bu ilkeler, Kemalist Devrimin inşa sürecinde adım adım oluşuyor.

Altı Ok, yalnızca Türkiye Devrimin önderi olan partinin programı olarak kalmadı, 1937 yılında yapılan bir değişiklikle Anayasanın 2. Maddesine yazıldı. 'Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Laik, Devletçi ve Devrimcidir.' Fakat 27 Mayıs 1960 Devrimi'nden sonra Kurucu Meclis'in kabul ettiği 1961 Anayasası'na konmadı.

Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-3 adlı kitabında, Altı Ok'a ilişkin aşağıdaki önemli saptamaları yapıyor: "Altı Ok, 19. yüzyılın ortalarında, Tanzimat'a muhalefet eden Yeni Osmanlı hareketiyle başlayıp, Meşrutiyetlerden, Kemalist Devrimden, 27 Mayıs'tan geçerek 28 Şubatlara kadar uzanan Türkiye Devriminin programıdır. 150 yıllık bir devrimci pratik içinde billurlaşmıştır.

"Bu 150 yıla, 1940'ların kireçlenme dönemi ve 1950 sonrasındaki 'Küçük Amerika' süreci de dahildir. Altı Ok, yalnız devrimci dönemlerde filizlenip gelişmemiş, aynı zamanda devrimin kireçlendiği ve yıkıma uğratıldığı süreçlerle de kanıtlanmıştır.

"Altı Ok, ulusal devrimci pratiğimizin ürünüdür; ancak aynı zamanda uluslararası bir programıdır. Hem kaynakları açısından, hem de geçerli olduğu alan nedeniyle dünyalıdır. Büyük Fransız Devrimi'nin yolunu izleyen bir devrim sürecinde oluşmuştur; ne var ki; kapitalizmin öncü ülkelerinden birinde değil, fakat bir ezilen dünya ülkesinde. Bu nedenle emperyalizme karşı mücadele ateşi içinde boy vermiş; ulusal bir kapitalizm geliştirebilmek için Fransız Devrimi'nden farklı olarak Halkçı, Devletçi bir gelişme yatağına girmiştir. Altı Ok, bu yönleriyle aynı zamanda 1917 Sovyet Devrimi'nden de esinlenmiş ve beslenmiştir."

"Bugün bütün dünyada ilerleyen, yükselen ülkelere bakınız, hepsi kendi koşullarında Altı Ok programına denk düşen bir uygulama içindedir." Altı Ok, Kemalizm'in uygulamadaki altı ilkesini ifade eder; Kemalizm'in özetidir de denebilir. Bu ilkelerin özü, halkçılıktır çünkü amaç halkın refahı ve mutluluğudur. Altı Ok'un iki ilkesi olan Halkçılık ve Devletçilik diğer okların desteklediği birbirini bütünleyen bir ikilidir. Devletçi ve planlı politikalar uygulanmadan bir devletin tam anlamıyla halkçı olması olanaklı değildir.

DEVLETÇİLİK

Devletçilik ekonomik ve toplumsal yaşamda devletin doğrudan müdahalesi veya yönlendirmesidir. Devletçi dolayısıyla halkçı politikalardan, Kemalist Devrimin başından itibaren etkili bir biçimde yararlanıldı. Böylece ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanma ve koruma doğrultusunda önemli adımlar atıldı. Aynı zamanda halkın bazı ekonomik, toplumsal sorunları çözüldü; eğitimin seviyesi, halkın refahı yükseltildi. Devletçi politikaların etkin bir biçimde kullanıldığı alanlar: sağlık, tarım, ulaştırma, sanayii, madenler ve eğitim hizmetleriydi... Tarımda Aşar vergisinin kaldırılması en önemli halkçı devletçi politikalardan biridir. Kurtuluş Savaşı'nın hemen ertesinde devletin en zayıf, vergiye en fazla ihtiyaç duyduğu koşullarda bu karar alınmıştır.

Eğitim alanında 3 Mart 1924'te çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile (Öğretim Birliği Yasası) tüm okullar Maarif Nezareti'ne bağlanmış ve çok başlılık sorunu ortadan kaldırılarak eğitim ve öğretimde ulusal anlamda bir bütünlük sağlanmıştır.

Atatürk hepimizin bildiği gibi bu ülkenin aynı zamanda Başöğretmeni'dir. Dil ve Yazı Devrimi, Millet Mektepleri, Halkevleri, Köy Enstitüleri... Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Üniversite Reformu, Çeşitli sağlık, bilim ve sanat kurumlarının kurulması... Yine hem devletçiliğin hem de halkçılığın en güzel örnekleridir. Bugün varlıklarıyla övündüğümüz iyi yetişmiş, birikimli insan kaynağımız, o yıllarda atılan temellerin ürünüdür.

Sıtma, verem, trahom, frengi, cüzzam, çiçek, çocuk felci gibi yaygın sağlık sorunları parasız, devletçi ve planlı uygulamalarla neredeyse yok edildi. Amaç sağlıklı toplum olduğu için koruyucu hekimlik başüstünde tutuluyordu. Bu yolda gereken tüm tedbirlere öncelik veriliyordu. (Hasta garantili dev hastaneler açılmıyordu. Hasta 'müşteri" değildi.) Bu arada devrimci hekimlerimizin, öğretmenlerimizin yurdun her köşesinde gece-gündüz demeden zorlukları hiçe sayan fedakâr çabalarını da unutmamalıyız. Onlara minnettarız.

Atatürk açısından devletçilik, ekonomik bağımsızlığın temeli olmanın yanı sıra, Osmanlı'dan devralınan halkı milletleştirmenin de bir aracıydı. Kurulan her fabrika, ülkenin kalkınmasının yanı sıra kimseye avuç açmadan alın teriyle kazanılan gelir demekti. Ülkenin çeşitli bölgelerinde kurulan fabrikalar aynı zamanda aydınlanma ve milletleşme merkezleriydi.

1920'LERDE BAŞLADI

Kimya Fakültesi'ndeki öğrencilik yıllarımda Kayseri ve Konya şeker fabrikalarında staj yaptığım için yaşayarak gördüm. Cumhuriyetin şeker fabrikaları yalnızca makinelerden ve binalardan oluşmuyordu, okulları, hastaneleri, sinema, spor salonları, diğer toplumsal tesisleriyle kurulduğu yörede insanları kültürel olarak eğitiyor, sanat, spor ve diğer toplumsal etkinliklerle yaşamı güzelleştiriyordu. İnsanlara çağdaş yaşam olanakları sağlıyordu. Fabrikada çalışanlar arasında hem saygı hem de karşılıklı sevgi vardı. İş saatlerinde amir-memur-işçi ilişkisi, iş saatleri dışında arkadaşlığa, dostluğa dönüşüyordu.

Devletçilik konusunda araştırmalar yapan Yıldırım Koç, Aydınlık gazetesinde, birçok araştırmacıdan farklı olarak Türkiye'de devletçilik uygulamalarının 1930'lu yıllarda değil, daha önce 1920'li yıllarda başladığını yazdı. Bir yazısında şunları vurgular: "Bu anlayış, Mustafa Kemal Paşa'nın düşünce sistemi içinde başından itibaren vardı ve 1923 yılından itibaren uygulamaya konuldu. 1930'lu yıllarda bu anlayış ve uygulama daha da pekiştirildi. Bunun bir nedeni, Lozan Antlaşması'nda gümrüklere ilişkin bazı kısıtlamaların 1929 yılında sona ermesi ve 1929 Büyük Buhranı'nın yıkıcı etkisiydi. Ancak devletçilik uygulaması Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte başladı."

Onun yazılarından öğrendiğimize göre:

Daha İstiklal Savaşı sürerken, 1921 yılında, Ankara'da Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü oluşturuldu. 1926 yılında Kayaş Kapsül ve İkmal Fabrikası kuruldu. Elmadağ Barut Fabrikası 1928 yılında Tekel tarafından kuruldu. Sağlık hizmetlerinin devletçilik anlayışıyla yürütülmesi 1920'li yılların ürünüdür. Eğitim de 1924 yılından itibaren devletçilik anlayışıyla yürütüldü. Yabancıların elindeki bazı limanlar 1920'li yıllarda devletleştirildi. Yabancı şirketler tarafından yapılıp işletilen demiryollarının devletleştirilmesi ve devlet kontrolü altında yeni demiryolu yapımına girişilmesi 1920'li yıllarda gerçekleştirildi.

Atatürk, Türkiye'de bir demir-çelik fabrikasının kurulmasına çok büyük önem veriyordu. İlk çelik fabrikası, Kırıkkale'de Askeri Fabrikalar Genel Müdürlüğü'ne bağlı olarak faaliyete geçirildi. İktisat Vekâleti ilk olarak 1925 yılında sektöre ilişkin bir çalışma yaptı. 17 Mart 1926 tarihinde de Demir Sanayiinin Tesisine Dair Kanun (No.786) kabul edildi. Bu kanun, demir sanayiinin devlet tarafından kurulmasını öngörüyordu.

Atatürk yönetiminde ülke olarak, dünyada mucize olarak adlandırılan toplumsal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştik. 1930'ların on yılında, dünyanın en hızlı gelişen iki ülkesi Türkiye ve Sovyetler Birliği'ydi. Bu önemli atağın temelinde yatan tercihimiz, kendi gücümüze dayanarak devletçilik, halkçılık, planlama ve karma ekonomiyle kalkınmaydı. Tabii Sovyetler Birliği'nin dostluğu ve desteği de unutulmamalı.



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

Yapılan yorumlarda IP Bilgileriniz kayıt altına alınmaktadır..!

    YORUM BULUNMUYOR!


 
  HIZLI ARA
 
 
 
  HAVA DURUMU
 
..

Mersin Haberleri, Mersin Son Dakika, Mersin Haber, Haberler, Son Dakika, Mersin, Mersin Siyaset



 
 
ANASAYFA İLETİŞİM KÜNYE GİZLİLİK İLKELERİ

 
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.
demokratmersin.com © Copyright 2007-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kopyalanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA